ETİĞİN ÖNEMİ


ETİĞİN ÖNEMİ

 

FED Başkanı’nın elinde FED varlıklarından olduğu ortaya çıktı.

 

Sözcü Gazetesi’nin 19 Eylül tarihli haberine göre FED Başkanı Jerome Powell 2019 yılında şahsi portföyüne 1,25 milyon dolar ile 2,5 milyon dolar arasında değerde tahvil ve menkul kıymet katmış.

 

2020 yılında ise başkanlığını yaptığı FED (Amerikan Merkez Bankası) bu varlıklardan 5 milyar dolarlık alım yapmış. Bilindiği üzere FED'in varlık alımları, söz konusu varlıkların değerini yükseltiyor.

 

Üstelik habere göre FED Başkanı bu işi yapan tek kişi de değilmiş. Boston FED Başkanı ve Richmond FED Başkanı da yine şahsi portföylerine belirli kıymetleri kattıktan sonra FED o kıymetlerden milyarlarca dolarlık alım yapmış (Evet, milyon değil, milyarlarca dolarlık).

 

Kurum yöneticilerinin kurumun başına geçmeden önce aldıkları bu menkul kıymetleri kurumun başına geçtikten sonra kuruma da aldırmalarını nasıl savunacaklarını merakla bekleyeceğim. Şu andan sonra yapılacak her iki açıklama da akla yatkın olacak:

 

1. makul açıklama kendi yatırım portföylerindeki kıymetlere kurumlarının da yatırım yapmasını sağlayarak portföy değerlerini artırdıkları ve kurum ayrıcalıklarını kullanarak haksız kazanç sağlamış olmaları.

 

2. makul açıklama ise zamanında kendi şahsi servetleriyle bile riske girerek bu kıymetlere yatırım yapmış olmalarının, FED başkanlarının bu kıymetlere olan inanç ve güvenlerinin en samimi göstergesi kabul edilebileceği. Dolayısıyla kurum olarak da bu kıymetlere yatırım yapmış olmalarının şaşırtıcı olmayacağı gerçeği. Asıl absürt senaryonun kendilerinin başka yerlere yatırım yaparken kuruma başka kıymetlerden yatırım yaptırmaları senaryosu olacağı.

 

Sizin aklınıza hangi açıklama daha çok yatar bilemiyorum.

 

Bu haber bana kendimce içinden çıkamadığım bir konuyu tekrar hatırlattı: Devlet kurumları yöneticilerinin mal varlıkları.

 

Ülkemizde maalesef etik değerler konusu bilinmiyor ve yeterince öğretilmiyor.

 

Kurum yöneticilerinin şahsi mal varlıkları gündeme geldiğindeyse ortada derin bir ironi oluşuyor.

 

O da şu:

 

Bir kurum yöneticisi yeterince bilgili ve o kurumu yönetecek kadar yetkinse, çok büyük ihtimalle o kurumun başına geçmeden önceki görevlerinde ve kendi iş hayatında da başarılıydı ve muhtemelen maddi durumu (bunun ölçütünü aylık veya yıllık gelir olarak koyalım) iyiydi.

 

Aylık (veya yıllık) geliri yüksek bir kişiyi bir kurumun başına getirip bu kurumdan düşük bir gelir elde etmesini beklemek ne derece doğru? Bu beklenti kurum yöneticisine haksızlık değil mi?

 

Öte yandan kurum yöneticiliği bir devlet görevi olduğu için aslında gönüllülük esasına dayanmıyor mu? Yani kişinin tercihi şahsi servetini iyileştirmek yönündeyse pekâlâ seçimlerde aday olmayabilir veya ilgili kurumun başına geçmesi vasıtasıyla devlete hizmet etmesi istendiğinde reddedemez miydi?

 

Ama eğer bütün yetkinler bu görevleri reddederlerse bu onlar için aynı zamanda kurumları yeterince yetkin olmayanlara teslim etmeleri anlamına gelmez mi? Dolayısıyla bir görevi üstlenmek demek illa belirli bir fedakârlık yapmayı mı gerektirir?

 

İşte bu soruların cevabını siz veya ben veremeyiz. Çünkü bu sorular doğrudan etiğin, yani ahlak felsefesinin konusu.

 

Etik, yani ahlak felsefesi, ahlaki bilgileri sevmek demektir.

 

Ahlaksa en yaygın tanımıyla bir toplum içinde yaşayan kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kurallar manzumesidir.

 

Hatırlarsınız, bundan birkaç yıl önce Makine Kimya Endüstrisi Kurumu Kırıkkale Silah Fabrikası Müdürü 18 milyon dolar değerindeki MPT projesini 300bin dolara silah tüccarlarına satmaya kalkmış ve ABD’deki Türk asıllı bir iş adamının ihbarı üzerine yakalanmıştı.

 

Belki beni yargılayacaksınız, ama olayı duyduğumdan beri düşünmeden edemem, acaba bu genel müdürün maaşı neydi?

 

300bin dolar için Milli Piyade Tüfeği projesini satmaya kalkan bu şahsın 300bin doları çok büyük bir para sanmasında kendi servetinin 300bin dolardan çok daha az olmasının payı ne kadardı?

 

Acaba 18milyon dolarlık bir projeyi yürüten kurumun 1. adamına eş değer bir özel sektör firmasında alabileceği maaş verilseydi yine de 300bin dolara tamah eder miydi?

 

Açıkçası ben sanmıyorum.

 

Hayır, elbette kimseyi aklamıyorum ama başımıza gelen hemen her olaya herkesten biraz daha farklı bakmaya çalışıyorum. Siz değerli okuyucularıma da mümkünse farklı bir pencere açmaya çalışıyorum.

 

Çünkü ABD'li gazeteci ve yazar Walter Lippmann’ın söylediği (ve değerli Sunay Akın’ın sıklıkla alıntıladığı) gibi “Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse bir şey düşünmüyor demektir.”

 

Burada altını asıl çizmek istediğim artık 21. yüzyılda sadece fen ve teknoloji eğitimiyle ileri gidilemeyeceği. Gelişmiş bir toplamda bunlar olmazsa olabilir mi? Elbette olamaz.

 

Bütün bilimlerin, özellikle de fen ve teknolojinin öğretilmediği hiçbir toplum yükselemez. Bırakın yükselmeyi, alçalmaya mahkumdur. Dolayısıyla ülke olarak eğitim kalitemizin artırılması ve pozitif bilimlere büyük ağırlığın verilmesi elzemdir.

 

Ancak takdir edersiniz ki artık biraz “farklı” bir zamanda yaşıyoruz.

 

Çağımızın kıymetlerinden birisi de hiç şüphesiz felsefe ve etiktir. Okullardaki felsefe eğitimine yeterince özen gösterilmemesinin bizi ileriye götüreceğini düşünmüyorum.

 

Toplum olarak kendi içimizde bile felsefe yapmalı, etiğin kurallarını öğrenmeli, etik değerleri konuşmalı hatta felsefi yaklaşımlarla tartışmalıyız.

 

Günümüz Türkiye’sinde şahit olmak istediğim tartışmalar, etik değerler tartışmaları, edebiyat yorum alışverişleri, farklı kişilerin farklı sanat tarihi yorumları ve çevre hassasiyeti tartışmalarıdır; basit gündem tartışmaları veya siyasi polemikler değil.

 

Hepinize iyi haftalar dilerim.

 

 

 

 

 

Hand photo created by jcomp - www.freepik.com