POTANSİYELİN KADARSIN


POTANSİYELİN KADARSIN

 

Neredeyse son 100 yıldır bir firmaya yatırım yapılıp yapılamayacağına karar verilirken değer yatırımı denilen metot kullanılır. Bu yönteme göre bir firma değerlemesi yapılırken firmanın mal varlığı, nakit akışı ve sicili büyük önem taşır. Firmanın gelecek planları veya yapacağı yatırımlar çok da dikkate alınmaz.

 

Dünya’nın en büyük borsası 25 buçuk trilyon doları aşan değeriyle New York Borsası’dır. Hatta ikinci büyük borsa da 11 trilyon doları aşan değeriyle NASDAQ’tır ve o da yine New York’tadır. 

 

Dünya’nın açık ara en büyük 2 borsası ABD’de olduğu için ve ABD borsalarındaki günlük işlem hacmi diğer bütün ülkelerdeki işlem hacminden büyük olduğu için finans dünyasında sürekli olarak bir “Amerikan” varlığı hissederiz. Tabi bunda ABD borsalarının en eski borsalar aralarında olmasının da payı var.

 

Hâl böyle olunca, farklı ülkelerde de olsalar büyük şirket yöneticileri ve finansçılar işleri “Amerikan” usülü yapmayı severler.

 

İşin tarihçesine çok girmek istemiyorum ama şuraları bilmekte fayda var:

 

Değer yatırımı denilen yöntem aslında 1930 – 1940’lı yıllardaki Amerikan borsalarına dayanır. 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki dönemde insanlar yatırım yapmak için demiryolu şirketlerinin bonolarını alıp satarlardı. Biraz daha uyanık (!) olanlarsa şirketler içerisinden bilgi sızdırıp o bilgiler ışığında yatırım yaparlardı. Tahmin edebileceğiniz gibi bu 2 çeşit yatırım ne ekonomiyi ne de yatırımcıyı iyi bir yere taşıdı.

 

İşte o yıllarda, bugün “Değer Yatırımı’nın Babası” olarak da bilinen Paul Graham adında İngiltere doğumlu Amerikalı bir ekonomist çıkıp firmaların bilançolarını bilimsel olarak irdeleyen matematiksel bir model yarattı. Hatta bu modeli Columbia Üniversite’sinde verdiği derste anlatırken öğretmeninin modelini beğenip benimseyen ve uzun yıllar kullanan öğrencilerden birini iyi tanırsınız: Warren Buffet.

 

Size garip gelebilir ama bugün Türkiye’de bile aslında bankacılarınız sizi çok nadiren analiz ediyorlar. Bankalara mali verilerinizi verdikten sonra bankacılarınızın ilk yaptıkları iş sizin verilerinizi sisteme yüklemek. Sistemde otomatik olarak taranan veriler bir takım sayısal sonuçlar ve “rasyolar” yaratıyor. O bulunan sayılara göre sizi belirli bir “risk sınıfına” sokup size “değer” biçiyorlar. 

 

Dünya’da en çok haber okunan ve bilgi alınan sitelerden birisi bugün Facebook. Peki sizce Facebook’un kendisi günde kaç tane haber yazıyor? 0, yazıyla sıfır. Dünya’nın en büyük perakende satıcısı Alibaba. Peki Alibaba Şirketi’nin stoklarında toplam kaç ürün var dersiniz? Evet, bildiniz, yine sıfır. Aynı durum pandemi öncesinde Dünya’nın en büyük konaklama firması olan AirBnB ve yine Dünya’nın en büyük taksi şirketi Über için de geçerli. Sahip oldukları otel ve araba sayısı belli: Sıfır! 

 

Şimdi Dijital Çağ’da geldiğimiz noktaya bir bakalım. Hepimizi gururlandıran Türk bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin şirketi BioNTech’i duymayan kalmamıştır. Tüm Dünya’da konuşulan bu BioNTech firmasının özelliği covid-19 hastalığına sebep olan sars-cov-2 virüsü için aşıyı bulduklarını iddia etmeleri.  Peki bugün BioNTech’e ne kadar değer biçilebilir sizce? Veya şöyle soralım: Bu firmanın kuruluşundan beri elde ettiği kârlara ve toplam mal varlığına bakarak (fabrikası, ofisleri, araçları, tezgahları, arsaları vb.) bu firmaya paha biçebilmemiz mümkün mü? Elbette değil. 

 

Günümüzde değer yatırımının en büyük eksikliklerinden birisi yalnızca geçmişe bakarak bugüne paha biçmesi. Sadece değer yatırımına önem veren birisinin sizce teknoloji şirketlerine yatırım yapması mümkün mü? Garajda kurulan bir şirkete veya üniversite öğrencilerinin kurduğu bir startup’a ortak olması mümkün mü? Değil. İşte zaten bunun için bütün değer yatırımcıları da günü yakalamakta geç kaldı. Yine aynı sebepten bugün artık Wall Street’te değer yatırımı devrinin geçtiği konuşuluyor.

 

Size çok acı ve acilen ders almamız gereken bir olay anlatayım: Yurtdışına gidenler belki Lime uygulamasından haberdarlardır. Diyelim ki büyük bir şehirdesiniz ve bir yerden bir yere en ekonomik ve çevreye duyarlı şekilde (şirketin kendi sloganları) gitmek istiyorsunuz. Açıyorsunuz Lime uygulamasını, çevrenizde nerede elektronik scooter var bakıyorsunuz. Size yakın olan bir tanesine atlayıp gideceğiniz yere kadar onunla gidip işiniz bitince de işinizin bittiği yerde bırakıyorsunuz. Scooter'ı açmayı ve kapamayı ve ücret ödemelerinin tamamını uygulama üzerinden yapıyorsunuz. 

 

Şimdi bunu neden anlattığıma geleyim. Lime 2017'de kurulan bir şirket. Bu yıl itibariyle de Lime'a biçilen değer 2,4 milyar dolar. Dünya'nın en iyi havayolu şirketlerinden, bizim de en değerli şirketlerimizden olan Türk Hava Yolları'nın değeri ne kadar biliyor musunuz? 2,1 milyar dolar. 

 

Adamlar ne iş yapıyor? Taşımacılık. Biz ne yapıyoruz? Taşımacılık. Adamlar nasıl yapıyor? Scooter'la. Biz nasıl yapıyoruz? Uçakla. Onların nesi var? Scooter'ları. Bizim neyimiz var? Uçak filomuz. Ama ne acı ki onların şirketi bizimkinden değerli. 

 

Kimileri dijital çağ diyor, kimileri internet çağı, kimileri 21. yüzyıl. İsmi bana göre farketmez. Ama içinde yaşadığımız çağı çok iyi anlamamız gerekiyor. Artık mülk edinme sevdasından vazgeçip girişimciliğimizi öne çıkarmamız lazım. Arsalara veya betona değil; fikirlerimize, markalarımıza ve yapabilme becerisine (know-how) yatırım yapmalıyız.

 

Çünkü belli ki artık para eden şey malımız mülkümüz değil; fikirlerimiz, becerilerimiz ve vadettiğimiz gelecek.

 

Bir atasözümüzle bitirelim: Eğer bir firmayla çalışmak istiyorsanız, ki buna o firmadan mal veya hizmet almak, ona mal satmak, hatta orada işe girmek de dâhil, bu firma ne olmuş dememeli, ne olacak demeli.

 

 

 

 

 

Card photo created by rawpixel.com - www.freepik.com